Bize Ulaşın
Mollahüsrev Mh. Taştekneler Sk. No:12
Süleymaniye Fatih/İstanbul
0216 305 04 36

Arama Motoruyla Âlim Olamazsın

İçinde yaşadığımız toplum, son üç asırdır bilgi üretmenin dışında, daha büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalmıştır. Bu tehlike, “Bilgi Metodu Üretememe” tehlikesidir. Bilgi metodolojisi kurmaktaki eksikliğimiz, Batı toplumunun bu alandaki üstünlüğüne dönmüştür. Sonuç olarak İslâm toplumu, kendisini düşman olarak gören bir toplumun ürettiği ve metodolojisini kendisinin kurduğu bilimsel disiplinlere uygun olan kavramları kullanmak mecburiyetinde kaldı. Bu mecburiyet ise zamanla farkına vardığımız bazı büyük sorunları karşımıza çıkardı. Peki, bize yabancı bir tarih ve bizi düşman olarak gören bir inanç sisteminin felsefi altyapısıyla oluşturulmuş Batı bilim metodolojisi, kendimizi ifade etmede bize ne kadar yardımcı olabilecekti? Batı dünyası, bir şeyi öğrenirken kullandığı ilmî disiplinin temeline hangi olguları koyuyordu? Bilginin kaynağı ve öğrenmenin temel ilkeleri Batı dünyasında nelerdi?
Batı Dünyasında Bilginin Değişim Süreci
Batı toplumlarında bilimsel gelişme kabaca,  kilise içi ve kilise dışı olarak iki dönemde ele alınabilir. Kilise, düşünce ve inanç sistemini, Aristo mantığına dayalı sabit dünya teorisi üzerine kurarak, bu düşünceden taviz verilmesine şiddetle karşı çıkıyordu. Eğer, Batı dünyasında bir aydın olarak kiliseye gidecek ve Tanrı’ya dua edecekseniz, mabede girerken şapkanızla birlikte aklınızı da çıkarmanız gerekmekteydi. Zira kilise kendi açısından, dünyadaki tüm meseleleri çözmüştü; her soruna bir çözüm üretmiş, neticede de, kendisinden başkasının düşünmesine gerek kalmamıştı. Eğer o, dünya dönmüyor diyorsa, dünya dönmüyordu.
Kilisenin bilim üzerindeki bu baskıcı tavrından dolayı, Batılı bilim adamları, ilmî disiplinlerini öncelikle inkâr üzerine kurmuştu. Batıda bir ilmî disiplinle çalışmaya başlayacaksanız, öncelikli yapmanız gereken şey, sizden önceki görüşleri, fikirleri reddetmek ve işe birinci planda inkârla başlamak olmalıydı. Çünkü gelenek, bilimsel gelişmeyi boğan, din adamlarının eline kılıcı veren ve aydınları cezalandıran bir araçtı. Bu yüzden gelenek, Batılı aydının ilk ve en canlı düşmanıydı. Bu düşman, öncelikli olarak bertaraf edilmeliydi. Bu vesileyle kilisenin otoriter yapısından kurtulup, bağımsız ve modern bir ilmin sınırları zorlanabilirdi.
Gelenekten ve kilisenin vesayetinden bilimi kurtaran aydın zümre, bilim üretme konusunda farklı disiplinler ortaya koymaya başlamıştı. Bu yüzden öncelikli olarak, bilgi üretmenin ana koşulu olan “Bilgi Metodolojisi” sorununu çözmüşlerdi. Bilimin temelinde yer alan kiliseyi ve dinî erki dışlayarak, seküler bir sistem geliştirmişler, bu sayede bilim ve bilim adamının üzerindeki otoriter dinî yapıyı zayıflatmayı amaçlamışlardı. Artık bilimsel araştırma ve metotlar sekülerleşmiş bir kuramla çalışmaya başlıyordu.
Batılı eğitim kurumları da yeni değişime ayak uydurmuş, felsefî alandaki inkâr çılgınlığı, dinî ve ilmî alana da yayılmıştı. Artık geleneksel usuller, eskidiği gerekçesiyle rafa kaldırılıyor, modern ve gelenekten tamamen farklı eğitim metotları uygulanıyordu. Sonuçta Batı dünyası kendi içinde, kendi dünya görüşüne göre bazı sorunlar tespit etmiş, daha sonra bu sorunlara çözümler üretmişti. Sorunların kaynağı olarak din ve geleneksel değerler görüldüğü için, bu alanda üretilen çözümler de dinî değerlere ve bu değerler üzerine kurulu olan bilgilere darbe vurmuştu.
Doğu Dünyasında Bilginin Değişim Süreci
Batı dünyasındaki sosyal ve dinî gelişimlerin tam olarak anlaşılması için, İslâm toplumundaki durumun da bilinmesi zaruridir. Farklı inançlar, farklı coğrafyalar ve farklı düşünce sistemlerine sahip olan bu iki dünyanın tam olarak anlaşılması, iki dünyanın da ürettiği bilimsel gelişmelerin altyapısını anlamamızda bize yardımcı olacaktır.
Bugün, içinde yaşadığımız dünyada, İslâm toplumun en önemli sıkıntısı olan bilgi üretme ve üretilen bilgiyi paylaşma, ortak paylaşım alanlarına açma sorunudur. Doğu ve Batı dünyası, bir terazinin iki kefesi gibi bir durumdadır. Yani birisinin çıkışı, diğerinin düşüşünü beraberinde getiriyor. Miladi sekizinci yüzyıldan on beşinci yüzyıla kadar İslâm toplumunun ilim dünyasındaki üstünlüğü tartışmasız bir gerçektir. Batı dünyasının içinde bulunduğu durum ise her yönüyle “karanlık çağ” olarak adlandırılıyordu. İlmî temeller, kilise babalarının dar ve sığ dünya görüşü üzerine, iğreti bir yapı gibi kurulmuştu. Batı dünyası, yüzünü Doğuya döndüğü zaman İslâm ile karşılaşıyor ve onların sahip olduğu ilmi düzey, sosyal konum, aydın sınıf zümresinin parlaklığı gözlerini kamaştırıyordu.
Bu, Batı için anlaşılması çok zor bir durumdu. Dünyanın diğer yarısı olarak gördükleri bu toplumun nasıl böyle bir seviyeye ulaştıklarını çözemiyorlardı. İslâm toplumu, ilmî temellerini, din geleneğine dayandırıyordu; bilim, tüm hareket merkezini dinî gelenekten alıyordu. İslâm coğrafyasında bilim üretilmeden önce, bu bilimsel temellere uygun ilmî disiplinler üretiliyor, usul ilmi medreselerde tavizsiz olarak okutuluyordu. Tartışmasız ve tavizsiz bir ilmî disiplin oluşmuştu. Ama en çok göze batan şey, bilgi üretmenin ana şartı olan “bilgi metodolojisi” üretilmesiydi. Batı dünyasında ilmi gelişimin önünü açan, geçmişe reddiye çekme geleneği, İslâm toplumunda yoktu. Çünkü İslâm medeniyeti tüm gelişmelerini, geleneksel bilgi üretme metotlarına bağlanarak üretiyordu.
Karahanlı devleti, kurduğu medreselerde dünyada ilk kez burslu öğrenci okutma anlayışını getirirken, klasik usullerden vazgeçmemişti. Endülüs’te, dünyanın en büyük kütüphanesi kuruluyor, bilimsel gelişmeler hızla mesafe kat ediyor ve ilim adamlarına sahip çıkılıyordu. Orta Asya’da yetişen bazı büyük zekâlar, yaşadıkları bozkırdan dışarı çıkıyor, bilim dünyasında yaptıkları buluşlarla, isimlerini yüzyılların ötesine taşıyorlardı. Batının yükseldiği yüzyıllarda İslâm medeniyeti, ilim dünyasında geleneğe sırtını dönmeye başlıyor, onu olduğu bilim semalarına yükselten ilim anlayışı yerini taklide bırakıyordu. Bilgi üretimindeki sıkıntılar, çözümün bir türlü bulunamaması, yeni sorunlarla karşılaşılmasına neden oldu. Batı dünyası ürettiği bilgiyi, parçadan bütüne mantığı ile oluşturuyordu. Yine bilginin temelini inkâr üzerine kuruyor, eğitim ve öğretim metodu da, bu mantıkla disiplin altına alınıyordu.
İnternetin Yarım Âlimleri
Kaynak olarak Batı patentli olan İnternet, günümüz dünyasında faydaları ve zararlarıyla tam olarak tartışılmadan, kâr-zarar realitesine dönük tespitlerde bulunulmadan insanlığın kullanımına(!) sunulmaktadır. Bilgiye ulaşımı tahmin edemeyeceğimiz kadar kolay hale getiren modern çağın yeni virüsü, acaba insanoğlunun faydasına mı, yoksa zararına mı çalışıyor?
İçinde yaşadığımız yüzyılda doğru bilginin bozulduğu, bir konu hakkında sadece malumat edinmekle yetinildiği; bilgi ve malumat arasındaki farkın da, yanlış ve aldatmaca bilgiyle sunulduğu, gerçek bilgiyi gizleme ve bu noktada bilgilenme derdiyle kendisine başvuranları yanıltma aracı haline dönüştürülen internet, bu haliyle zararlı bir virüs durumundadır. Önemli sorunlardan bir tanesi de, internet üzerinden edinilen bilgilerin, gerekli ilmi derinliklerinin olup olmaması sorunudur. Bugünkü internet ortamı ve bize sağladığı bilgi imkânı yarı âlimlikten öteye geçebilecek bir yapıya henüz kavuşmamıştır.
Virüslü Bilgi Deposu
İçinde yaşadığımız çağda savaşlar, genelde ekonomik olarak, sanal yollarla, politik darbeler, sosyal kaoslar ve kitlesel terör eylemleri yoluyla yapılmaktadır. Dün, haçlı savaşlarıyla dünyanın yarısını kana boyayan Batı, bugün bilgi felsefesinde ulaştığı bazı devrim niteliğindeki buluşlarla insanların akıllarını karıştırarak, onların zihinlerinde tahribatlar yapmaktadır. Böylece fert olarak sorunlu, psikopat ve toplumsal olarak sarsıntı geçiren, anarşiye ve kargaşaya hazır hale gelen bir sosyal yapı oluşturmaktadır. İşte, bugün internet üzerinden alınan her türlü bilginin temelinde, aslı bozulmuş, gerçekliği saptırılmış ve manipüle edilmiş “kısır, sığ, yanıltıcı, zarar verici, yanlışa sevk edici” bilgiler bulunmaktadır. Malumatfuruş olmak isteyenlerin, araştırma yapmaktan, kitaplardan, ansiklopedi tozlarından, derin ve detaylı, bir o kadar da yorucu çalışmalardan hoşlanmayanların imdadına yetişen internet, gerçek âlimlerin kullanmadığı ve uzak durduğu, özellikle kaçtıkları “virüslü bilgi” deposu olarak karşımızda durmaktadır.
Sorun, sadece internet üzerinden edindiğiniz bilginin sıhhatinden de kaynaklanmıyor aslında. Öğrenmeye kalktığımız her hangi bir mesele hakkında hem malumat sahibi olacak kadar bilgi alırken, hem de hiç aklımızda olmayan, araştırmayacağımız, ilgilenmeyeceğimiz başka konularla da karşılaşıyoruz. Çok kısa bir süre zarfında sahte kahramanların üretildiği, manevî şahsiyetlerin karalanmaya çalışıldığı, tarihî, dinî ve millî şahsiyetlerin yazı, resim ya da karikatürlerle rencide edildiği, insanların büyük bir çoğunluğunun, hayatlarının hiçbir döneminde sahip olamayacağı, ulaşamayacağı bir hayatın pazarlandığı, tüketim çılgınlığının bilinçli olarak empoze edilmeye çalışıldığı internette bilgi sorunu, neredeyse çözülemeyecek bir problem boyutuna ulaşmış durumdadır. Bilgi teknolojisinden uzak ve bu saydığımız zararlara karşı güçlü bir savunma mekanizması geliştirmemiş olan gençler ve çocuklar, karşılaştıkları bu karmaşık ve manipüle edilmiş, aslına ve ruhuna yabancılaştırılmış, -bilinçli olarak- başka bir şeye dönüştürülmüş bu bilgileri, nasıl değerlendireceklerini bilmemektedir.
Davut Bayraklı
(Kaynak: Mostar Dergisi, 125. Sayı)

Sitemiz daha iyi kullanıcı deneyimi vermek için çerezler kullanmaktadır.